Sibel: Sessiz Çığlık
Pazartesi, Mart 04, 2019
Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti’nin yönettiği
Sibel filmi, Giresun’un Kuşköy isimli köyünde yaşayan dilsiz bir kızın
hikayesini anlatıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Damla Sönmez, Erkan Kolçak
Köstendil, Emin Gürsoy, Elit İşcan ve Meral Çetinkaya gibi isimler yer alıyor.
Karadeniz’in eşsiz doğa görüntüleriyle ile harmanlanan Sibel filmi,
izleyicilere taze bir nefes olmaya adıyor kendini.
Çocukken geçirdiği ateşli hastalık sonucu konuşma
yetisini kaybeden Sibel (Damla Sönmez), babası ve kız kardeşi ile birlikte
yaşamaktadır. Çay tarlalarında çalışıp bir yandan da ıssız yerlerde kurt avına
çıkan Sibel bizlere anti-kahraman bir karakterin yansımasını sunuyor.
Dilsizliğini, köy halkının geçmişten beri kullandığı
kuş dili sayesinde görünmez kılan Sibel, tıpkı kırmızı başlıklı kız masalındaki
gibi kırmızı çizmelerini giyip ormanın derinliklerinde aslında hiç var olmayan
bir kurdu avlamaya çıkar. Burada kurt metaforu Sibel’in kendini ispatlama
arzusunu temsil ediyor. Eğer kurdu yakalarsa köy halkının ona daha anlayışlı
davranacağını düşünüyor.
Filmde hoşlanmadığım birkaç ayrıntıdan bahsetmek
istiyorum. Öncelikte filmde yer alan köy halkının yanlış temsil edildiğini ve bu
durumun filmin yapısını olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Köy halkını katı bir
kötü olarak gösterilmesi film açısından sağlıklı bir tablo oluşturmaktan ziyade
filme karşı ön yargıları besleyen nitelikte adeta. Karadenizli kadınlar çalışkan,
onurlu ve engelli bireylere karşı oldukça korumacı insanlardır. Filmde bu korumacı
tavır tam tersi olarak ifade edilmiş. Sibel’e karşı yapılan nedensiz psikolojik
şiddet filmi daha da aşağıya çekmiş. Bu hatanın sebebi yönetmenlerin toplumu
iyi analiz edememesinden kaynaklanıyor.
Hikâyenin akıcı olmaması zaman zaman izleyenlerin
filmden kopmasına neden oluyor. Bunun sebebi diyalog yazma konusunda
senaristlerin yetersiz olmasından kaynaklanıyor. Anlamsız diyaloglar filmin acemi
yönünü daha çok açığa çıkarıyor.
Sibel’in Ali ile karşılaşması kadın – erkek arasındaki
değişken güç ilişkisini ifade ediyor. Ali (Ekrem Kolçak Köstendil), jandarma
tarafından aranan biridir. Sibel ile aralarındaki soğuk ilişki bana nedense pek
inandırıcı gelmedi. Zoraki kurulan diyaloglar samimiyetten tamamen uzak ve
oldukça yapaydı.
Şive kullanılmaması da ayrı bir soruna sebep olmuş. Eğer
şive kullanılsaydı filmin inandırıcılığı bir tık daha artabilirdi ancak
yönetmenler bunu tercih etmeyerek büyük bir hataya düşmüş. Filmin sonunda çalınan
soundtrack başarılı ancak filmin genelinde müzik kullanılmaması büyük eksikliğe
sebep olmuş.
Filmin bu kadar çiğ kalmasının sebebi tamamen içini
dolduramamasından kaynaklanıyor. Doğa görüntüleri bile filmi kurtarmaya
yetmiyor. Damla Sönmez’in oyunculuğu gerçekten taktir edilesiydi. Rolüne
çalışmak için kuş dili öğrenip karakterini iyice anlaması, işini ne kadar ciddiye
aldığının bir göstergesi. Sibel’in duygu durumunu iyi bir şekilde yansıttığını
düşünüyorum.
Narin’in
(Meral Çetinkaya) hikayesinin daha işlevsel olmasını beklerdim. Narin’in biraz
daha aksi, uyumsuz biri olması hikayesini daha inandırıcı olmasını sağlayabilirdi.
Böyle sakin kalması bana çok sönük bir karakter olduğunu hatırlattı izlerken.
Meral Çetinkaya’nın oyunculuğuna diyecek sözüm yok çünkü şahane bir insan ama
karakteri daha iyi ele alınsaydı ortaya daha güzel sonuç çıkabilirdi. Elit
İşcan’ın kötü kız kardeş rolünü iyi bir şekilde yansıtmış. İzlerken ondan
nefret edebiliyoruz. O da ablası gibi toplum baskısının kurbanı oluyor.
Bozuk toplum yapısı, bozuk insan ilişkileri,
ön yargılar, ahlak kavramı gibi unsurlar filmi şekillendiren unsurlar arasında
yer alıyor. Bu unsurlara göz ucuyla bakmakla yetinen yönetmenler,
inandırıcılıktan uzak zayıf bir toplum yapısını işaret ediyor.
Filmde en çok hoşuma giden sahne Sibel’in sessiz
çığlığıydı. O kadar inandırıcı bir sahneydi ki film bittikten sonra hep bu
sahneyi düşündüm. Bu kadar başarılı olmasının sebebi gerçekçi olmasından
kaynaklanıyor elbette. Bu sahne filmi kurtarmaya yetmiyor tabii ki.
Hayvan haklarını savunan bir yazar olarak avcılığın
filmde yer alması beni oldukça rahatsız etti. Zararsız hayvanların avlanma
görüntülerinin yer alması filmden uzaklaşmama neden oldu. Bu ilkel yöntem filme
hiç yakışmıyor.
Ormanda yer alan yılan aslında toplumun ön yargılarını
temsil ediyordu. Bu nedenle Sibel ilk önce yılanı görmezden geldi. Ancak daha
sonra bu ön yargılarla mücadele edemediğini anlayınca yılanı öldürmek zorunda
kaldı. Bu sahne filmin dinamik yapısını yükselten bir hareketti.
Gelin kayası kadınlığı temsil eden bir yer. Bu
nedenle Sibel’in burada ateş yakması kadınlığın özgür bir yapıya sahip olduğunu
ve hiçbir şekilde baskı ve yasaklarla yaşayamayacağını işaret ediyordu aynı
zamanda. Herkes yangın var sanıyordu ancak o yanan ateş kadınlığın isyanını temsil
ediyordu.
Filmin sonu ise çok sönük kalmış. Daha sağlam bir sonla
bitmesini beklerken sadece donuk bakışlarla yetinmişler. Fikir güzel ancak konuyu
işleme bakımında oldukça zayıf bir film olduğunu düşünüyorum. Öyle ki Sibel’in
sessiz çığlıkları bile filmi kurtarmaya yetmiyor maalesef.
Filmin Fragmanı
0 yorum