Bir yalnızlaşma örneği: Bulantı
Pazartesi, Mayıs 01, 2017
Zeki Demirkubuz, kendi
dünyasını sinema yoluyla aktarmayı tercih eden bir yönetmen. Bulantı filminde
de kendi dünyasına dair izlenimleri, çeşitli sahneler aracılığıyla yansıtmış.
Başrolde kendisi oynadığı için artı bir merak konusu da taşıyordu benim için.
Yeni teknikler uygulayarak sinemasal çerçevesini daha da genişlettiğini
düşünüyorum. Özellikle çekim açıları ve ışığı son derece iyi kullanması bunun
en bariz örneği.
Filmin konusu ise
kısaca şöyle; Ahmet (Zeki Demirkubuz), sevgilisinin yanında olduğu gecelerden
birinde karısını ve küçük kızını trafik kazasında kaybettiğini öğrenir.
Umursamaz bir adam olan Ahmet bu son derece trajik olaydan çok etkilenmeden
hayatına devam etse de bir noktadan sonra hayatında bazı önemli değişimler
meydana gelecektir. Zeki Demirkubuz'un yazıp yönettiği ve başrolünde yer aldığı
Bulantı'nın oyuncu kadrosunda ünlü yönetmene Şebnem Hassanisoughi, Öykü
Karayel, Çağlar Çorumlu, Cemre Ebuzziya ve Ercan Kesal gibi isimler eşlik
ediyor.
Ahmet’in umursamazlığı
aslında topluma karşı yabancılaştığının bir örneği. Karakterimiz hayata karşı
herhangi bir beklentisi olmayan sadece acısıyla yaşamayı öğrenen birisi. Bu
acıyı zaman zaman unutmak için farklı yöntemlere başvuruyor ancak başarılı
olamıyor.
Kendisi bir
üniversitede öğretim üyeliği yapıyor. Filmde daha çok karakterin hayata karşı
duruşu ön plana çıkıyor. Zeki Demirkubuz, filmlerinde genel olarak insanoğlunun
iç yüzünü ortaya çıkarmaya çalışır. İnsanoğlunun aslında güvenilmez, yalancı ve
çıkarlarına göre hareket ettiğini vurgular. Bulantı filminde de bu unsurlara
dikkat çekmeye çalışmış. Özellikle aldatmanın insan hayatını nasıl
değiştirdiğini gözler önüne sermiş.
Karakterin umutsuzluğu
onun aksi birine dönüşmesini sağlamış. Ahmet’in aksiliği davranışlarına,
sözlerine de yansımış. Evin hizmetçisi ve onun küçük çocuğu dışında iyi
davrandığı kimse yok neredeyse. İnsanlarla yüzeysel ilişkiler kurmayı tercih
ediyor genelde Ahmet.
Aslında Ahmet, Dostoyevski’nin
izlerini taşıyor. Demirkubuz, karakterini Dostoyevski’ye benzetmiş ruhen.
Ahmet’in onun kadar umursamaz olması rastlantı değildi. Zaten bu yazar
yönetmenin olmazsa olmazlarından. Beşiktaş ve kapı metaforunu da ekledik mi
güzel bir Demirkubuz filmi çıkıyor karşımıza. Bu bilindik durum, seyirciyi
heyecanlandırmıyor artık. Çünkü izledikleri çoğu filmde hemen hemen benzer
unsurlar kullanıyorlar. Kapı metaforu olmazsa olmazı mesela. Kendisi ona anlam
yüklemediğini söylemese de aslında belli bir anlam taşıyor.
Filmdeki sekanslar
titizlikle yapılmış gibiydi. Kameraların açıları, karakterleri yansıtmaları,
filmin profesyonel bir gözle yapıldığının bir başka güzel örneği. Yani Zeki
Demirkubuz yaptığı işi çok ciddiye alan bir yönetmen. Bu ciddiyeti filmin her
yerinde kendisini belli ediyor.
Yalnızlığı ve acıyla
baş etmeye çalışması Ahmet’i daha yakından tanıma isteği uyandırıyor
izleyicide. Kadınlarla olan ilişkisinde sürekli sorunla karşılaşması aslında
eski karısının yerine kimseyi koyamaması ve bunu istememesinden kaynaklanıyor.
Bu yüzden olabildiğince soğuk davranıyor hangi kadınla ilişkisi olsa. Filmde en
çok dikkat çeken unsur Ahmet’in soğukkanlılığıydı. Bu tavrı onun için bir çeşit
kalkan görevi görüyor aslında. Bir boş vermişlik ve beraberinde gelen
tükenmişlik sendromu Ahmet’in yapı taşlarını oluşturuyor.
Yalnızlık kaçınılmaz
son
Filmin genelinde bir
yalnızlık durumu hakim. Karakter nereye giderse gitsin yanında kim olursa olsun
kafasının içinde hala yalnız olduğunu hissediyor ve bunu bakışlarıyla
yansıtmaya çalışıyor.
Ercan Kesal’ın filmde
söyledikleri oldukça çarpıcıydı. Ahmet ve doktor arasında geçen diyaloglar
filmi güzel yapan detaylar arasında. Doktor rolü için kesinlikle doğru bir
tercihti Ercan Kesal. Oyunculuk konusunda da oldukça iyi bir iş çıkarmış.
Bulantı filminde hoşuma
giden bir başka detay ise asansör sahnesiydi. Ahmet’in bir süreliğine karanlık
asansörde mahsur kalması aslında yaşadığı her şeyi özetler nitelikteydi. O
asansörün durup daha sonradan devam etmesi aslında çok şey anlatıyor eğer
dikkatli izlersiniz. Bulantı aslında karakterin hayata karşı duyduğu öfkenin,
mutsuzluğun ve yalnızlığın bir ifadesidir.
Son sahneler ise
oldukça dokunaklıydı. Gittikçe eriyen mum, Ahmet’in tükenmişliğinin bir işareti
olarak görülebilir. Taş kalpli olarak görünen insanın aslında hiç de öyle biri
olmadığını göreceksiniz filmi izlerken.
Peki bu film neden
izlenmeli?
Yalnızlığı, acıya
dayanmanın gücünü ve günlük hayatta insanların birbiriyle olan ilişkilerin bir
anda nasıl değiştiğini görmek için izleyebilirsiniz. Zeki Demirkubuz’un
filmlerini seviyorsanız bu filmi de büyük olasılıkla severek izleyeceksiniz
zaten. Bazı çekim tekniklerini öyle güzel kullanmıştı ki hayran kaldım şahsen.
Dikkatli izlenildiğine birçok anlam çıkaracağını bir sanat filmi yapmış
Demirkubuz. İyi ki de yapmış
Şimdiden keyifli
seyirler
Filmin Fragmanı
0 yorum