''Kelebekler'' neden iyi bir film değil?
Cumartesi, Mayıs 19, 2018
Gişe Memuru, Sarmaşık
filmleriyle adından sıkça söz ettiren Tolga Karaçelik’in yeni filmi Kelebekler vizyona
oldukça iddialı bir giriş yaptı. Bu iddiası elbette Sundance Film Festivali’nde
Dünya Sineması kategorisinde aldığı Büyük Jüri Ödülünden kaynaklanıyor. Filmin
başrollerinde Tolga Tekin, Bartu Küçükçağlayan, Tuğçe Altuğ, Serkan Keskin ve
Hasan Karsak gibi isimler yer alıyor.
Yıllardır görüşmeyen üç
kardeşin bir araya gelme hikâyesini ele alıyor filmimiz. Almanya’da Astronot
olmak isteyen Cemal (Tolga Tekin), katıldığı bir televizyon programının ardından babasından
bir telefon alır. Babası onu yaşadığı köye çağırır. İstanbul’da seslendirme
sanatçısı olan Kenan (Bartu Küçükçağlayan) ise mutsuz bir hayatın etkisi altında yaşamını sürdürmektedir.
Hayvanlara yaptığı seslendirmeler sayesinde yaşamını idame ettirmeye çalışan
Kenan, monoton bir hayatın kurbanıdır. Suzan (Tuğçe Altuğ) ise eşiyle iletişim sorunları yaşayan,
şehrin stresini buram buram üzerinde hisseden, kaygılı bir öğretmendir. Bu üç
kardeşin ortak noktası babalarından gelen telefondur. Babalarının bu telefonu,
onlar için hiç ummadıkları bir yolculuğun habercisidir aynı zamanda.
Film boyunca
kardeşlerin birbiriyle olan yarı yakın yarı uzak ilişkisine tanık oluruz.
Yıllardır görüşmemenin verdiği etkiyle kardeşler birbirine fazlasıyla uzak. Başlangıçta
Kenan’ın babasını görmek gibi bir niyeti yoktur. Abisi Tolga’nın onu ikna
etmesi üzerine üç kardeş birlikte yıllar sonra adını bile zor hatırladıkları
köyün yolunu tutar. Bu yol hikâyesi bizlere kardeşleri daha yakından tanıma
fırsatı verir. Kardeşlerin gelişim evresi burada gerçekleşir.
Tolga Karaçelik, bu
filmin senaryosunu kaleme alırken absürt komediden fazlasıyla beslenmiş. Bu
durum filmin genel havasında kendini belli ediyor. Filmdeki asıl sorun bence
filmin bu absürt yönünün filme bir beden büyük gelmesi. Çünkü yönetmenin batı
odaklı bir bakış açısı var. Mesela köy hayatını tam olarak ele alamamış
bana göre.
İmam (Hasan Karsak) dışında doğal bir
karakter yok ne yazık ki. Bu durum izleyicilerin karakterlere olan bağlılığını
da olumsuz bir şekilde etkiliyor. Mesela Suzan karakterine derinlik yüklenmesi
filmin absürt dengesine katkı sağlamaktan ziyade zarar veriyor. Yönetmenin
karikatürize bir hikaye oluşturma çabası filme yapaylık unsuru katmış. Hiçbir
şey doğal değil. Ne karakterler, ne köy ortamı, ne de bu bir araya gelme
serüveni.
Filmi izlerken
karakterleri benimseme güçlüğü yaşadım. Çünkü senaryo aşamasında bu üç kardeşin
yeteri kadar ele alınmadığını düşünüyorum. Bu filmde bana göre gerçek olan tek
şey o babanın yalnızlığı, unutulmuşluğu ve fakirliğiydi. Hikayede sadece adı
geçmesine rağmen yaşadığı yer onu izleyicinin gözünde özel bir yere taşıyor.
Babanın derin
yalnızlığı, ailesinden kopması, evindeki bozuk musluğuyla yaşaması, sadece
fotoğraflarla evlatlarını ve karısını hatırlaması çok derin bir durumdu bence.
Karaçelik’in bu duruma daha fazla ağırlık vermesini beklerdim. Özellikle bu
konuda daha etkileyici tiradların yazılmasını isterdim. Çünkü burada esas
karakter olan ama ama aynı zamanda hiç önemsenmeyen kişi babaydı. Bu nedenle
ona daha fazla yer verilmeliydi filmde.
Muhtarın (Serkan Keskin) Tolga ile uzun
uzun tanışma sahnesi çok gereksizdi. Burada Serkan Keskin üzerinden mizah
malzemesi çıkarmaya çalışmış yönetmen ancak bana göre o kadar da etkileyici
değildi. Hatta ikisi arasında geçen diyalog yer yer çok sıkıcıydı. Dolayısıyla
ikisi arasında geçen bu uzun sohbete hiç gerek yoktu.
Tavukların kendine has
hikayesi filmin absürt yanını çok iyi bir şekilde beslemiş. Yönetmenin bu
konuda yaratıcı davranması film için artı bir değer taşımış. Köy halkının biraz
daha inandırıcı bir şiveyle konuşması beklerdim ancak ne yazık ki bu yoktu. Sanki
İstanbul’dan köylü rolünü oynamaya gelmiş bir avuç figüranı izliyor gibiydim.
Köy insanının kendine has bir samimiyeti vardır. Bu filmde o samimiyeti
göremedim.
Suzan’ın Nazan Öncel’in
şarkısı eşliğinde dans etmesi yine filme asla uymayan bir durumu işaret ediyor.
Evet, film absürt komedi bu konuda hemfikiriz ancak yine de ortama daha uyum
sağlayan bir şarkının çalınması gerekiyordu. Aslında bu şarkıyı neden seçtiği
çok belli biliyorum. Bu şarkı aslında Suzan’ın bilinçaltını yansıtan bir parça
elbette ama ben sahneye daha uyumlu bir şarkının seçilmesini isterdim. Tolga
Karaçelik sayesinde artık sevdiğim bu Nazan Öncel şarkısını dinlemek
istemiyorum açıkçası.
Suzan’ın gereksiz duygu
değişimleri de karakterine adapte olamayışının bir göstergesi aslında. Tuğçe
Altuğ sanki filme tamamen yabancı biriymiş gibi bir oyunculuk sergilemiş. Karakterlerin psikolojik yönü film için yeteri kadar geliştirilmemiş. Esas sorun bana göre buydu. Gerçekten
neden o köyde olduğunu durup bir kere bile kendisine sormuyor mesela. Tek
istediği eşinden ve onun gereksiz konuşmalarından kaçmak, yaşadığı şehirden
kaçmak, kendisinden kaçmak… Bu yüzden o köye gitti. Sorunlarından kaçmak için,
babasının gül yüzünü görmek için değil yani.
Bu absürt hikayenin en
sahici karakteri İmamdı. Çünkü sorduğu sorular, insanları itaat yerine sorgulamaya
yöneltmesi filmin yenilikçi yapısını gösteriyor. Bu karakterin kendine has bir
doğallığı var dolayısıyla hiçbir sözü kulağa gereksiz gelmiyor. İzleyici, imamı
anlamak için çaba sarf ediyor. Bu çok önemli bir detaydı bence. Filmin sonunda
akılda kalan isimlerden birisi de imam elbette.
Kardeşlerin filmin
sonuna doğru birbiriyle yüzleşme sahnesi daha iyi olabilirdi. Tolga Karaçelik,
senaryoda belli kalıpları kullanmış gibi hissettim filmi izlerken. Avrupai bir
hesaplaşma sahnesine tanık oldum sanki. Bu yüzden bu sahneler bana pek
dokunaklı gelmedi açıkçası.
Filmin sonu ise tam bir
faciaydı. Karaçelik, giderayak bir espri katmaya çalışmış filmde ama o kadar
gereksiz bir espri ki bu film bittikten sonra ‘’Bunun için mi izledim ben bu
filmi’’ diyorsunuz. Daha iyi bir sonla bitmesi gerekirken kendisinden bir tık
düşük seviyede bitiyor. Kenan’ın filmin sonunda verdiği tepki sanırım filmi
tamamen özetliyor. Sundance ödülü almasa bu filmin bu kadar çok izleneceğini
sanmıyorum. İnsanlar sırf film farklı diye yöneldi filme ama özenti bir hikâyeden
başka bir şey sunmuyor bize Tolga Karaçelik.
Bu film aldığı ödülü hak etmiyor.
Sırf jüri yol hikâyesi seviyor diye özel olarak verilmiş bir ödül sadece bu.
Filmin başarısız yanını örtbas etmeye yetmiyor anlayacağız. Kelebekler filmi
benim için tam anlamıyla zaman kaybıydı. Hayatımdan iki saat çalınmış gibi
hissettim filmi izledikten sonra. Umarım aynı şey sizin başınıza gelmez. Sadece
absürt komedi sevenlerin beğenebileceği bir film olduğunu düşünüyorum. Ben bu
filmi yeteri kadar başarılı bulmadım. Keşke daha iyi bir hikayesi olsaydı. Düşük beklentiyle izlenilmesinde fayda var.
Filmin Fragmanı
0 yorum