Karakter Analizi: Justine
Cuma, Aralık 22, 2017
Postmodern yamyamlığın insan psikolojine
yansıması
36. İstanbul Film
Festivali kapsamında Mayınlı bölge kategorisinde
gösterimi yapılan Raw filmi son zamanlarda farklı duruşuyla en iyi çıkış yapan
filmlerden birisi olarak görülüyor. Başta Cannes FIPRESCI ödülü olmak üzere
aldığı sayısız ödüller ise buna kanıt olarak gösterilebilir. Filmin
yönetmenliğini Julia Ducournau üstleniyor. Decournau’nun ilk uzun metrajlı
filmi olma özelliğini taşıyan Raw, hayranlık uyandıran, rahatsız edici özelliği
olan eşsiz bir film.
Raw filminde
Justine’nin büyüme hikayesine ortak oluruz. Postmodern bir yamyamlık serüveni
olarak da ifade edilebilir. Bu filmde yamyamlığın insan psikolojisine olan
yansımasına tanık oluyoruz. Justine (Garance Marillier) bu hikâyenin ana
karakterini olarak karşımıza çıkıyor. İzleyenler onun gözünden etrafı keşfetme
şansı elde ediyor. Justine, vejetaryen aile geleneğine bağlı kalarak yaşamını
sürdürmüştür. En ufak bir et parçası yemesi bile onu hasta edecek duruma
getirebiliyordu.
Veterinerlik Hekimliği
Fakültesine başladıktan sonra hayatı tamamen değişen Justine için yeni şeylere
alışmak başlangıçta zor olur. Karakterin ortama uyum sağlama süreci oldukça
sıkıntılı geçer. Fakülteye başladıktan sonra bireysel yaşamı keşfetmeye başlar.
Daha önce ailesiyle yaşadığı için bireyselliğe fazla ihtiyaç duymamaktaydı.
Ancak yeni bir ortama girmesiyle yeni bir hayata sahip olduğunun sinyallerini
veriyor bizlere.
Bireyselliğe geçiş
yapmasıyla birlikte kendisinde daha önce keşfetmediği özellikleri keşfeder.
Ailesinin ona dayattığı vejetaryen beslenme şeklinin aslında onun gerçek
beslenme şekli olmadığının farkında varır. Filmin başlarında acemi, tecrübesiz
bir Justine ile karşılaşıyoruz. Filmin sonunda ise bu durum tamamen değişiyor.
Bu film bu karakter dönüşümün nasıl gerçekleştiğini anlatmaya çalışıyor
bizlere.
Filmde Justine’nin
başından aşağı kırmızı boya dökülmesi filmin gidişatı için oldukça önemli bir
sahnedir. Bu sahnede kırmızının o vahşi ve kışkırtıcı tonuyla karşılaşmaktadır
bizzat. Başından aşağı dökülmesi onda şok etkisi yaratmıştır. Filmde sık sık
kırmızı renk kullanılmıştır. Bu durum filmin tehlikeli sınırlarda dolaştığının
altını çizer. Kırmızı renk bir tehdidin simgesidir aynı zamanda. Okula geldiği
ilk andan itibaren alışılmadık sürprizlerle karşılaşan Justine, bu sefer okul
geleneklerinden biri olan çiğ et yeme ritüelinde zorla et yeme deneyimi yaşar. Zorla
yapılması aslında bir dayatmanın ifadesidir. Özellikle bu çiğ et yedirme
eylemini ona ablasının yapması bir abla- kardeş çatışmasını da fitillemiştir. Film
boyunca Justine ablasını daha da yakından tanıma fırsatı elde eder.
Çiğ et ile tanışmasıyla
birlikte bilinçaltında gizlemek zorunda kaldığı vahşi yönü ortaya çıkmaya
başlar. Bu vahşi yön kendini ‘’insan eti yeme isteği’’ olarak belli eder.
Justine bir bakıma özünü keşfettiğini hisseder. Babasının ‘’İnsan etinin tadını
almış bir köpek tehlikelidir. Eğer bunu severse tekrar ısırır.’’ demesi aslında
Justine’i yansıtmaktadır. Burada insan etinin tadını alan özne Justine’dir.
Film ilerledikçe onun tehlikeli bir hal almaya başladığını görüyoruz.
Başarılı bir öğrenci
olması onun daha çok göze çarpmasına neden olmuştur. Ders hocasının ona karşı
tavrından yola çıkarsak çürük bir eğitim sisteminin varlığından söz edebiliriz.
Yönetmen Justine ve öğretmeni arasındaki ilişkisinden yola çıkarak bozulmuş
eğitim sistemini eleştirmiştir.
Masumiyetini yitirmiş bir genç kızın vahşi
bir insan avcısına dönüşmesi
Justine’nin zorla ilk
kez çiğ et yemesinden sonra yaşadığı alerjik reaksiyon aslında ruhsal
sıkıntısının farklı bir yansıması olarak görülebilir. İçindeki ruhsal
bunalımlar kendini bu şekilde ortaya çıkarak ona büyük ıstıraplar
yaşatmaktadır. Yorgan altında yaşanan bu çığlıklarla karışık çırpınma ritüeli
aslında karakterin dönüşümünün sinyallerini verir bizlere. Hulk nasıl
sinirlendiğinde yeşil bir deve dönüşüp değişime uğruyorsa Justine de et
yedikten sonra vahşi bir yamyama dönüşüyor farkında olmadan.
Justine’nin vahşiliği
davranışlarına da yansır bir süre sonra. Et yemek onun psikolojisini kalıcı bir
şekilde etkiler. Freud’un insanın benliğini oluşturan benliklerden biri olan id
olarak bahsettiği cinsellik ve saldırganlık Justine’de toplanmıştır adeta. Et
yemesinin ardından cinselliği de keşfediyor böylece. İkisinin ortak paydada
buluşmasının Justine’nin id benliğinde varlığını sürdürdüğünü gösterir bizlere.
İnsan etine duyduğu
açlık bir süre sonra hastalık derecesine ulaşır. Bu noktada karakterimiz
kendini tanımaz hale gelir. Çünkü filmin başlangıcındaki Justine ile filmin
sonundaki Justine arasında dağlar kadar fark vardır. Masumiyetini yitirmiş, ete
vahşi bir açlıkla yönelmiş, çevresinden tamamen alakasız ve bir o kadar da
uyumsuz bir karakter var karşımızda artık. Oda arkadaşıyla yaşadığı cinsel
gerilim onun hareketlerine de yansır aynı zamanda. Ablası ve oda arkadaşıyla
yaşadığı ilişkiler onun kendini bir basamak daha keşfetmesinde yardımcı rol
oynar.
Yönetmen bakış açısını
oldukça gerçekçi bir biçimde yansıtmakta. Ablasının Justine’e ağda yapma
sahnesinde yaşananlar doğal bir durumken birdenbire rahatsız edici bir duruma
dönüşüyor. Yönetmenin başarısı en sıradan şeyleri bile rahatsız edecek derecede
yansıtmasından kaynaklanıyor.
Justine’nin hayal
kırıklıkları, kızgınlığı, acısını hissedebiliyorsunuz izlerken. Et yeme eylemi
bir süre sonra kutsal bir ayine dönüşüyor onun için. Sıradan bir insanken bir
süre sonra avını bekleyen kurnaz bir avcı olduğuna tanık oluyoruz.
Raw filminde
Justine’nin kendini keşfetme süreci oldukça şaşırtıcı bir şekilde ilerliyor. İzleyiciyi
diken üstünde tutmayı başarıyor karakterimiz. Çünkü başına ne geleceğini tahmin
bile edemiyorsunuz. Her an her şey olabilir izlenimi yaratmaya çalışmış
yönetmen.
Kendi varlığını kabul
ettikten sonra olaylara daha iyi uyum sağlamaya başlar. Ancak ablasının kötücül
oyunu yüzünden kendi içinde kurmuş olduğu insaniyet algısı tamamen yok olur.
Kötülüğe kötülükle karşılık veren Justine için iyi olan her şey önemini
yitirmiştir artık.
Yönetmen Justine
karakteri üzerinden insanoğlunun vahşi yönünü vurgulamaya çalışmıştır. Beden
üzerinden bir korku inşası yaratma konusunda ustaca bir yol izlemiş bu filmde.
Justine’in en çok korktuğu şeye dönüşmesi onun için kaldırılması zor bir yük
haline geliyor bir süre sonra.
Filmin finalinde
inandığı aile geleneğinin aslında sandığı gibi olmadığının farkına varması
filmi ilginç bir yöne taşıyor. Yapılan bu ters köşe filme anlam katan
detaylardan biri olarak sayılabilir.
Raw filminde
Justine’nin kendi özünü bulma hikayesini izliyoruz. ‘Kişi kendi özü tehlikeli bir varlık mı? İnsan aslında nedir? İnsanın
vahşiliğinin sınırı var mıdır?’ sorusunu soruyor bizlere yönetmen Justine
aracılığıyla. Bu soruları sorarken de cesaretinden taviz vermiyor. Bu noktada
filmin başarılı olduğunu söylemek mümkündür. Raw, orijinal hikayesi ve sağlam
yapısıyla izlenmeyi hak eden, insanı iliklerine kadar sarsan eşsiz bir
film.
0 yorum