Bir ailenin melankolik yansıması: Alt tarafı dünyanın sonu
Çarşamba, Nisan 12, 2017
Xavier
Dolan’ın kendisine ait bir sinema dünyası var. Başlangıçta onun filmleri
izleyene yabancı gelse de zamanla filmlerini izlemeye başlıyor sinemaseverler.
Dolan’ın son filmi Alt Tarafı Dünyanın Sonu filmi, sonunda ülkemizde vizyona
girdi. Başka Sinema olmasa ülkemizde kaliteli sanat filmini vizyonda izleyeme
fırsatımız olmayacaktı. Xavier Dolan’ın filmleri eskiden vizyona girmezdi.
Laurence Anyways filmi ülkemizde vizyona girmemişti mesela. Mommy filminde elde
ettiği başarıdan sonra başta Cannes olmak üzere aldığı sayısız ödüllerle sinema
sektöründe kendini ispatlamış oldu.
Henüz çok genç olmasına rağmen zehir
gibi bir zekası var. Hayatta gizli kalmış detayları, güzellikleri filmlerinde
öyle güzel bir anda izleyiciye sunuyor ki izleyenler hayrete düşüyor ve o anın
ne kadar güzel olduğu aklına geliyor. Mesela son filminde anne karakteri bir
piknik anısını anlatıyor. Daha sonra anlatılanlar kesik kesik görüntülerle
izleyenin hafızasına yerleşiyor ve şimdilerde unutulan doğal faaliyetlerden
birini bize hatırlatıyor yönetmen.
Alt Tarafı Dünyanın Sonu filmi ne
anlatıyor biraz ondan bahsedeyim sizlere kısaca.
12 yıl sonra sonra ailesini ziyaret
edip onlara AIDS olduğunu itiraf etmeye çalışan Louis Jean Knipper’in (Gaspard
Ullied) yaşadığı içsel çalkantılarını anlatıyor. Yıllar sonra görmediği
ailesini bir öğle yemeği sayesinde yeniden görme fırsatı bulan Louis Jean,
kendi içinde bir sır saklamaktadır. Sırrı ise AIDS. Amansız bir hastalığa
yakalandığı için yakın bir zamanda öleceğini ailesine bildirmek için oradadır
ama bir türlü bunu onlara itiraf edemez.
Yıllar sonra kendi evine dönmenin tuhaf
bir üzüntüsünü yaşıyor aslında karakterimiz. Bu üzüntü, yenilmişin ifadesi mi
yoksa ölecek olmanın verdiği stresin yansıması mı söylemek güç. 12 yıl boyunca
görmediği ailesinden iyice uzaklaşan Louis için orada tekrar ailesiyle bir
arada olmak ıstıraptan başka bir şey değildir.
Kız kardeşi Suzanne (Lea Seydoux),
annesi (Nathalie Baye) ve öfkeli abisi Antoine (Vincet Cassel), Louis’in
bıraktığı gibi kalmamıştır. Zaman onları kendi içinde farklılaştırmış Louis’in
hiç tanımayacağı bir hale getirmiştir.
Karakter açısından baktığımızda oldukça
farklı bir oluşum görmekteyiz. Ailedekilerin olaylara karşı farklı bakış
açıları, düşünceleri söylediklerine yansıyor genel olarak. Lea Seydoux, Suzanne
karakterine oldukça uyumlu bir tutum sergilemiş. Filmi izlediğinizde onun
gerçekten de bir Suzanne olduğunu fark edebilirsiniz. Odasındayken bir yandan
sigara içip bir yandan abisine içini dökmesi aslında bağları kopmak üzere olan
bir abi-kardeş bağını tamir ediyordu.
Louis’in annesi rolünü oynayan Nathalie
Baye filmin en renkli aynı zamanda en güçlü karakterlerinden birisi. Filmi ayak
tutan oyunculuğu sayesinde diyalogları bir an olsun filmde sırıtmadı. Yarı
eğlenceli yarı düşünceli bir anneyi oynamak konusunda oldukça başarılı bir
performans sergilemiş.
Antoine rolüyle karşımıza çıkan Vincent
Cassel ise filmin en üst kısmında yer alıyor. Öfkeli, kardeşinden intikam
almaya meyilli, sürekli her şeye karşı agresif bir tavır takınan Antoine için
yıllar sonra Louise’i görmek hiç de iyi olmuyor.
Filmdeki tek gereksiz karakter
Antoine’nin karısı rolünü canlandıran Marion Cotillard idi. Kendisine karşı
hayranlık besleyen birisiyim ancak bu film için olmasa da olurmuş dediğim bir
karakterdi. Kaldırım Serçesi filminde harikalar yaratmış bir isimden
bahsediyoruz burada. Kendisi sinema alanında oldukça başarılı ancak bu filmde
karakteriyle bağ kuramamış, çok eğreti durmuş diyalogları. Açık konuşmak
gerekirse Marion Cotillard’a sönük karakterleri canlandırmak yakışmıyor. Son
filmlerinden biri olan Allied’da oldukça başarılıydı mesela. Bu film için
yerine başka birisi de oynasa olurmuş. Yine de kendisini görmek filme daha çok
aşina olmamızı sağlıyor.
Alt Tarafı Dünyanın Sonu filmini seven
olduğu kadar sevmeyeni de var. Özellikle Cannes film festivalinde birçok
eleştirmen tarafından yerin dibine sokuldu bu film. Yerilecek kadar çok büyük
bir sorun taşımıyor aslında film. Ancak filmin geneline baktığımızda görünmez
bir sıkıntı seziliyor. Bunun sebebi gereksiz diyaloglardan kaynaklanıyor.
Filmin senaryosu bir tiyatro metninden
alındığı için sözlerin çoğu yapay duruyor oyuncularda. Uzun replikler filmin
canlılığın zayıflamasına neden oluyor. Hal böyle olunca izleyici de filmden
kopma noktasına gelebiliyor. Film aslında kendi içinde oldukça güzel ancak
senaryonun yapaylığı her yere sıçradığı için bir türlü kendini toparlayamıyor.
Gereksiz diyaloglara boğulduğu için
izleyeni zaman zaman sıkabilir film. Belki de Louis’in sıkıntısını izleyene de
yansıtmak istemiştir yönetmen. Düşünsenize ailenize yakın bir zamanda
öleceğinizden bahsedeceksiniz bir yemek masasında. Bunu söylemek o kadar kolay
olmasa gerek. Bu noktada karakterin yaşadığı içsel sıkıntılar, tahammülsüzlük,
hayattan kopma düşüncesi filmin genel havasına yansıyor.
Zaten karakterlerin her biri bu havadan
nasibini alıyor. Sürekli bir içsel gerilim taşıyan bir aileyi seyrediyoruz
filmi izlerken. Çoğu zaman birbirine bağırarak konuşan, geçimsiz, birbirine
saygısı olmayan bir aile yapısını görüyoruz filmi izlerken. Bir ailenin trajik
manzarasını da böylece bize göstermiş oluyor Xavier Dolan.
Filmi güzel yapan noktalardan birisi
görüntü yönetmenliğindeki başarı. Her bir sahnenin verdiği mesaj filmin aslında
ne kadar büyük bir özenle çekilmiş olduğunu gösteriyor. Özellikle flashback
kullanımında oldukça iyi bir başarı göstermiş yönetmen. Diğer güzel yanı ise
kullanılan şarkılar. Filmle muhteşem bir uyum sergilemiş şarkılar. Filmi
izledikten sonra soundtrack albümünü günlerce dinlemek isteyebilirsiniz
şimdiden söyleyeyim. Mommy filmi kadar güzel şarkılar kullanmamış bu sefer ama
kendine has bir atmosfer yaratılmış.
Filmin geneline baktığımızda aile içi
bir iletişimsizlik görebiliriz. Bu durum modern çağın bir hastalığı mıdır
bilinmez ama insanların artık eskisi gibi birbirini anlamadığının izlerini
filmde görebiliriz. Yönetmen aile içi gerilimi masaya yatırırken hiç de
çekinmiyor hatta bu durumun üstüne gidiyor. Bazı izleyiciler filmin bu yarı
psikolojik gerilim havasından rahatsız olabilir. Çünkü Louis’in abisi
kendisinden büyük bir öfkeyi taşıyor içinde. Dolayısıyla her cümlesinde, her
hareketinde saklandığı bir öfke kıvılcımını ortaya çıkarıyor. Diğerleri de
bundan nasibini alıyor tabii.
Oldukça etkileyici bir finalle
izleyenleri yerine mıhlıyor adeta Xavier Dolan. Son sahne o kadar anlamlı ki
filmi izledikten sonra yönetmenin zekasına hayran kalıyorsunuz. Hayatında
yaşadığı çıkmazları, umutsuzluğu ve yok oluşu öyle güzel bir biçimde yansıtmış
ki onun için üzülürken buluyorsunuz kendinizi.
Keşke senaryo konusunda çuvallamasıydı.
Olayların tek mekanda geçmesinin dezavantajını da yaşıyor olabilir film ancak
en büyük sıkıntıyı senaryosundaki boşluklarda yaşıyor. Daha iyi bir film
olacakken kendi potansiyelini değerlendirememiş. Gitmenin de kalmanın da bazen
hiçbir işe yaramadığını anlamak için bu film izlemek oldukça iyi bir seçenek.
Fırsatınız varsa mutlaka izleyin bu filmi. Yıkık dökük senaryosuna rağmen her yönüyle
izlenmeyi hak eden bir film.
Öyleyse keyifli seyirler
Filmin Fragmanı
Filmin Fragmanı
0 yorum